SERAP DEMIRAG FANTASTIC REALIST PAINTER
Tarafıma ait her tür kişisel bilgi, görsel, karikatür, resim, fotoğraf ve videonun telif hakkının (Berner Konvansiyonu uyarınca) bana ait olduğunu beyan ederim. Bunların ticari kullanımı için daima benim onayım gerekli olacaktır!
8 Ağustos 2015 Cumartesi
SONSUZLUĞA
UÇUŞ
Kendimizi yeterince tanıdığımız söylenebilir mi?Hala, madde
üzerinde elde edilen başarılarımızla mutluluk duymaktayız.Kuşkusuz bir insan
yansıması olduğu kozmosun yoğunlaşmış bir modelidir.Ancak,unutulmaması gereken
her şeyin insanın gelişimine ve kurtuluşuna hizmet etmek için olduğudur.Bu
bilinçle davranan insan, kendisine sunulan
değerlerin farkında olmalıdır.
Kendisi için doğru
olanı seçmelidir.Hür iradesinin gereğidir bu. En önemlisi de ayırt etme
yeteneğini kullanmasıdır.Kendisini koşullandırmadan değişimin ruhuna
uymalıdır.Geleceğin geçmişe doğru aktığı dairesel bir zamanı yaşarken,
boyutundaki ilişkileri de keşfetmelidir.Ve doğru ilişkilerin temelinin sevgiye
dayandığını da unutmamalıdır.
Doğrudan ya da
dolaylı verilen her bilgi, çağına uygun sembolleri saklar.İnsanoğlu öylesine
koşullanmıştır ki , gözünün önündekileri bile görmez de, inanmak için sembol
arar.Sevgi de bu anlayıştan nasibini almıştır günümüzde.Semboller, zaman zaman
da vahşileşmektedir ne yazık ki.
Oysa planetimiz bizlere sevgi’nin en güzelini Yunus’larla
örneklemiştir.İnsanoğlunun bu yaratılmışlıktan öğrenecekleri sanırım henüz başlamadı bile.Bir enerji olan
sevgi, onlarla somutlaşmakta,adeta elle tutulur gözle görülür hale
gelmektedir.Doğanın bizlere bir hediyesidir Yunus’lar. Tebessümleriyle seslenmektedirler çağlar boyu
“Neden sevgi?” diyenlere.
Birlik ve
beraberliğin muhteşem görselliğidir
onlar evrenimizin .Bir yunusa baktığında gülümsemeyen yok gibidir. Kendi aralarındaki o muhteşem
birliğe insanı ansızın katarlar. Zaman orada durur.Farklılıklar kalkar ortadan.Bütüne
katılmanın öz bilincidir sadece soluklanan dalgaların üstünde.Karışık ve
saçmasapan modellerden,sanki bir anlamı
varmış gibi sunulan sahteliklerden arınmışlardır onlar.Yalın, duru ve sevgi
dolu bütünlüğe kanat açarlar durmadan.Böyle uçarlar sonsuzluğa.Merkezsiz
evrenin merkezi olduğunu düşünenlere de böyle ibret olurlar.
Serap
Demirağ
İNSAN OLMAK
Bu kadar zor mu insan
olmak? Erdemi yakalamak bu kadar zor
mu? Neden hala insani değerler yolunda
çabaladıklarını söyleyenler, karşılarındakini
daha fazla incitmekte? Neden Hala bir yığın yalanlar söylenmekte? Yalanların en
korkuncu sevgiye dair söylenenler değil mi?
İnsan sevgiyle yaratıldı.
Sevgiyle atıldı tohumlar. Bu nedenle insan sevgiyi özünde hisseder ve sevgi sözcüklerine daha kolay inanır. Daha
kolaydır bu nedenle baştan çıkması. Sevgiyle aldatmadır bu nedenle en kahredici
olanı.
Söylenmemeli. Sevgiyi
hissetmeyen yürekler sevgiden söz
etmemeli. Sevgiyi kullanmamalı. Sevgiyi isteklerine alet etmemeli. Sevginin onurunu yüceltmekse insan olmanın en
büyük erdemi, sevgiye dair hiçbir
şey ortalığa saçılmamalı. Ama,
sahtekarlık öylesine yerleşmiş ki benliklere, egolar öylesine şişirilmiş ki
sevgiyle, sevilmenin değeri ayaklar altına çoktan alınmış bile. İnsana değer
vermek, insan olmanın birinci özelliği değil mi?
Nerede örnek aldığımız kişilikler? Nerede okuduğumuz
öyküler? Nerede bizlere dürüstlüğün ilke olması gerektiğini öğretenler?
Yalanlar üzerine kurulan dünyaların , inananları daha ölmeden karanlığa götüreceğine inanan
bilinç nerede? Ne oldu bize?
Kim bilebilir başına geleceği önceden? Hangi yürek sevdiğinden incineceğine inanır
? Hangi sezgiye bu anlamda yön verilir
de, o sezilen isimlendirilir? İnanmak,
güven nerede? Güvenmeden nasıl yaşar
insan? Yalnızlık Allah’a mahsus değil mi?
Dağlar mı bekler bizleri mağaralarında? Ya sulanması gereken ekinler? Ya
çiçekler? Elini uzatmaz mı insan insana?
Bir çırpıda sokağa itilir mi?
Kim gülümser Ay’a? Kim
gülümser ovaya? Buğday başaklarının bir
gün gelip de ekmek olacağına kim inanır artık? Her şey kandırmacalarla örülmüşse insanda, kim insandır artık?
O mucize yaratılmış hangi
cehennemi gördü acaba? Gerçekte yeri
cennet değil miydi semalarda? Yalanlarla beslenen gönüller, yalanlar üreten
gönüllerde yeşerir mi? Sevgiyle aldatılıyorsa insan, yalanın kendisi
bile gülmez mi bu işe?
Serap Demirağ
7 Ağustos 2015 Cuma
İNSAN ZITLARIN BİRLEŞTİĞİ BİR VARLIKTIR
İnsan zıtların birleştiği bir
varlıktır.Düalitenin de merkezidir. Eksiksiz bir varlık hiç değildir. Ama,
VARLIKLARIN TAMAMI İNSANDA MEVCUTTUR. O varlık ağacının bir meyvasıdır.
Kendisine verilmiş olan bu onur nedeniyle de sorumluluk ve kaygısı büyüktür.
Onun en büyük keşfi ne olduğunu, nereden geldiğini, ne yapması gerektiğini
anlaması olacaktır.
Yaşadığımız evrende olumlu ve olumsuz diye tanımlanan, iyi-kötü de dediğimiz iki gücün varlığını söyler dururuz. Evet, olumsuzluk gerçeği ya da kötü diye tanımlanan her ne var ise insan için,tanınmalıdır. Kötülük insanın isyanıdır çünkü. İsyan da nefreti doğurur ve böylece nefret sevgi dediğimiz o çok olumlu enerjinin karşısına dikilir.
Elbetteki bireysel ruhların zenginliği,insanların tam tamına aynı fikirlere sahip olmalarını engeller. Ancak farklılıkların hayal kırıcı olmalarından daha çok onların zenginleştirici özeliklerini düşünürsek, ve bu zenginlikte aynı ideali paylaşmaya gidersek bizi çok tedirgin eden farklılıklar bile cazip hale dönüşebilir.
Evrenin BİG-BANG ile yaratılışında bir rastgelelelik değil,belirli oluşumlar için, belirli yolların izlenmesi vardır. Evrenin en önemli yasalarından biri hiç bir şey yoktan varolmaz,varken de yok olmaz. Bu bağlamda düşünülecek olursa, yaydığımız her türlü enerji evren sınırları içinde saklanmaktadır. İster sevgi olsun,ister hırs,ister kin,ister nefret, ne yayarsak evrene yaşadığımız evreni de o duygu enerjileriyle doldururuz. Sonuçta da kaybolmayan her ne var ise döner dolaşır ve bizi bulur. Kısaca "NE EKERSEK ONU BİÇERİZ." Hiç arpa ekip de buğday yetiştiren
duydunuz mu? " Gönderdiğimiz sevgi ise,sevgi,nefret ise nefret buluruz. Çünkü her şey kaynağına dönmek için yol arar.
Uzaya yapılan yolculuklarla, günlük hayatımıza giren bilgisayarlarla dünyanın ne kadar küçüldüğünü bir düşünün. Bir gece oturup Hindistan daki bir arkadaşınızla bilgisayar aracılığıyla.sohbet yapabiliyorsunuz artık.En uzun mesafeler bile güçlü uçaklarla göz açıp kapayıncaya kadar aşılıp gidiyor. Ama bu teknolojik yarış içindeki dünyada insanlar giderek en önemli ruhsal değerlerinden uzaklaşıyor. Kendini yok edecek güçteki nükleer silahları bile yapmaktan çekinmiyor.
Evet, nükleer olsun ya da olmasın silah üretiminin en baş duygusu güvensizlik ve sevgisizlik kuşkusuz. Bu örgü içinde yaşayan insanoğlunun parçalanması ve gittikçe birbirilerinden daha fazla ayrılmaları da kaçnılmaz oluyor. Suç oranları gitgide artıyor, uluslarası terör insanları bunalıma sokuyor. Öylesine boyutlara ulaşıyor ki güvensizlik mutlu,sevgi dolu,özverili birine bile insanlar kuşkuyla bakıyor.
Günümüzdeki toplumlara bir bakın. Birbirinden kopuk, sevgisiz, güvensiz, ceplerinde silahlar olan insanlarla dolu. Aslında kafalarındaki mutsuzluğu kendikendilerine itiraf edemeyecek kadar ego tutsağı olan bu insanlar ne yazık ki, yeni yetişen nesli de zehirliyor. İlişkiler sürekli olarak kopuyor. İnsani değerlerin de yok olmasına neden oluyor.
Ne yazık ki böyle bir dünyada yaşıyoruz artık. Sevgiye,sevmeyi bilenlere ve sevgiyi dağıtabilenlere çok iş düşüyor. Yaşamı gerçek anlamda anlayabilmek,ona hakettiği değeri verebilmek,yaşamı incelemek bile ancak sevgiyle olabiliyor.
Yaşam denilince düalitenin şaşmaz yasası olan ölüm de hemen aklımıza geliyor.Belki de gerçekte unutulan tek şey bir gün mutlaka öleceğimiz. İnsanlara sanırım bunu tekrar anlatmalı.Hiç kimse sonsuza dek yaşayamaz. Ve ne yapılacaksa, ömür denilen o süre içinde yapılmak zorunda. Belki ölüm gerçeğiyle sevgi yeniden hayat bulabilir evrende. Bu gerçek iyice anlaşılırsa tabi.Yaşamı sevmek için bile ölümle barış yapmak zorundadır insan.Sonsuza dek kimse yaşayamayacağına göre de yaşamak denilen o sevgi dolu süreç yeniden gözden geçirilmelidir. Gerçekte ölüm bize: "ZAMANINIZI BOŞA HARCAMAYIN" der. Bize verilen tüm değerleri yaşamasını bilebilirsek ölüm saatinden korkmak diye bir şey olmaz.Unutulmaması gereken de geride bırakılacak olanların asla ve asla maddesel olmadığıdır. Doğru ve güzel olan da budur.
Yapmak zorunda olduğumuz en güç şey kendimiz olmaktır. Kim olduğumuzu, paylaşacak nelerimizin olduğunu bilmektir.lnsanlara neleri verebileceğimizin farkına vararak onları geliştirmek için çabalamalıyız.
Ne depremleri, ne fırtınaları, ne selleri ve ne de kazaları denetimimiz altına alamayız. Ama kendimizi denetleyebiliriz. İçsel denetimimizi kurabiliriz. Unutulmamalıdır ki mutsuzluk arkadaşlığı çok sever ve mutsuz kişiler sizlerin de mutsuz olmanızı isterler. Boyle ilişkilere izin vermek, mutsuzluğu da evrene salmak olur. Kendini keşfeden ınsan ise bütünlüğünü ve insan onurunu korur. Güçsüzlükleri ile barış içinde olur. Güçsüzlüklerine de kimseyi ortak olarak almaz. Onlarla kendi kendine yoğrulmayı seçer.
Aslında bilinmesi gereken en önemli şey kimsenin bize kötülük yapmadığıdır. Bizler sadece ve sadece kendimize kotülük yaparız. Evet,yalnız kendimize. Çünkü bağışlamayı bilmeyiz.Bağışlamayı bilmediğimiz için de kin ve nefret. duygularını hep taşırız. Bu duygu sağanağı içinde ise hep sevdiğimizi iddia ederiz. Çünkü bekleriz. Karşılıksız bir şey olmadığını savunur, karşılıksız sevmenin de mümkün olmayacağını kendi kendimize adeta zorla kabul ettiririz. Hiç, bir annenin çocuğum beni sevmiyor diye düşünerek onu sevmekten vazgeçtiğini duydunuz mu?Vermeyi ve karşılıksız sevmeyi,bağışlamayı yalnız ve yalnız anne sevgisinde görebiliyoruz. Aslında sevgisizlikten dolayı boynumuza taktığımız o ağır nefret,kin duygularını taşımaktansa neden sevgi kolyesini seçmediğimiz hep sorulur. Sorulur da söylemekle yapmak arasında büyük fark vardır. İnsanlığın en büyük handikaplarından biri de,öğrendiklerini ve bildiklerini hayata geçirememesidir.
Hep sevdiğimizi söyleriz.Sevgi görünümünü barındıran zorlamalar vardır yaşamımızda. Sevgiyi de şartlara bağlarız. "Eğer şunu yaparsan seni çok seveceğim"gibi. Sizlerle konuşurken aslında bir öz eleştiri de yapıyorum. Çünkü hepimizin verdiği sevgide,bildiğimiz sevgi ile verdiğimiz arasında dağlar kadar fark var.
Gerçek olan şu ki,bizi sınırlayan tek şey yine biz kendimiziz. İnsanın sınırsız güçleri vardır. Ve en büyük gücü de sevgidir. Çünkü bizler hür irade ve akıl sahibiyiz. Kendimizi yönlendirme ve değiştirme gücüne de sahibiz.
Karşımızdaki insana ve aynada kendimize bakarken görmeli ve ta gözlerin içine bakmalıyız. Ruhsuz bir bedenle değil,bir insanla birlikte olduğumuzu unutmamalıyız. Çünkü sevgiyle bakmak o güzel enerjinin karşıya, sonunda da bizzat içimize akmasını sağlar.
Kuşkusuz sevginin de riskleri vardır. Sevmek, karşılığında mutlaka sevilme anlamına gelmeyebilir. Ama şunu kendi kendimize söylersek o zaman beklentilerden de sıyrılırız:
"BEN KARŞILIĞINDA SEVİLMEK AMACIYLA SEVMEM." Leo Buscaglia
Duygularınızı açıklamanın da taşıdığı yığınla risk vardır. Öncelikle kişiliğiniz gözler önüne serilir. Ama hiç bir şeyi göze almadan yaşamanın da sonucu sevgisiz kalmaktır. Ve yaşam o zaman sönükleşir. Verecek hiç bir şeyi olmayanın alacak hiç bir şeyi de yoktur. Hiç bir şey almadan hiçbir şey de vermeyen insan işte "ot gibi " diye tanımladığımız insan tipidir.İnsan bir dramdır. Verir.Almayabilir de. Ama bu vermekten vazgeçmesi anlamını taşımaz.Bu kişi hiç bir olumsuzluktan kendisini koruyamaz. Çünkü risklere atılamayan insan korkaktır. Korkak insan ne öğrenebilir ne gelişebilir,ne duyumsayabilir ne de değişebilir. İşte bu tür tutsaktır. Evet sevmek ve vermek gerçek anlamda riskler de taşısa da,riske giremeyen insan insanca yaşayamaz,Çünkü bu tür riskleri taşıyamayan kişi özgür de değildir. Tüm negatif duyguların tutsağıdır.Bu tür insanların Leo Binsanların zihniyetleridir Galileoyu asmaya kalkan.Katı ilkelerin zincirlerine uscaglia'nın dediği gibi şansları da yoktur.
Yaşadığımız evrende olumlu ve olumsuz diye tanımlanan, iyi-kötü de dediğimiz iki gücün varlığını söyler dururuz. Evet, olumsuzluk gerçeği ya da kötü diye tanımlanan her ne var ise insan için,tanınmalıdır. Kötülük insanın isyanıdır çünkü. İsyan da nefreti doğurur ve böylece nefret sevgi dediğimiz o çok olumlu enerjinin karşısına dikilir.
Elbetteki bireysel ruhların zenginliği,insanların tam tamına aynı fikirlere sahip olmalarını engeller. Ancak farklılıkların hayal kırıcı olmalarından daha çok onların zenginleştirici özeliklerini düşünürsek, ve bu zenginlikte aynı ideali paylaşmaya gidersek bizi çok tedirgin eden farklılıklar bile cazip hale dönüşebilir.
Evrenin BİG-BANG ile yaratılışında bir rastgelelelik değil,belirli oluşumlar için, belirli yolların izlenmesi vardır. Evrenin en önemli yasalarından biri hiç bir şey yoktan varolmaz,varken de yok olmaz. Bu bağlamda düşünülecek olursa, yaydığımız her türlü enerji evren sınırları içinde saklanmaktadır. İster sevgi olsun,ister hırs,ister kin,ister nefret, ne yayarsak evrene yaşadığımız evreni de o duygu enerjileriyle doldururuz. Sonuçta da kaybolmayan her ne var ise döner dolaşır ve bizi bulur. Kısaca "NE EKERSEK ONU BİÇERİZ." Hiç arpa ekip de buğday yetiştiren
duydunuz mu? " Gönderdiğimiz sevgi ise,sevgi,nefret ise nefret buluruz. Çünkü her şey kaynağına dönmek için yol arar.
Uzaya yapılan yolculuklarla, günlük hayatımıza giren bilgisayarlarla dünyanın ne kadar küçüldüğünü bir düşünün. Bir gece oturup Hindistan daki bir arkadaşınızla bilgisayar aracılığıyla.sohbet yapabiliyorsunuz artık.En uzun mesafeler bile güçlü uçaklarla göz açıp kapayıncaya kadar aşılıp gidiyor. Ama bu teknolojik yarış içindeki dünyada insanlar giderek en önemli ruhsal değerlerinden uzaklaşıyor. Kendini yok edecek güçteki nükleer silahları bile yapmaktan çekinmiyor.
Evet, nükleer olsun ya da olmasın silah üretiminin en baş duygusu güvensizlik ve sevgisizlik kuşkusuz. Bu örgü içinde yaşayan insanoğlunun parçalanması ve gittikçe birbirilerinden daha fazla ayrılmaları da kaçnılmaz oluyor. Suç oranları gitgide artıyor, uluslarası terör insanları bunalıma sokuyor. Öylesine boyutlara ulaşıyor ki güvensizlik mutlu,sevgi dolu,özverili birine bile insanlar kuşkuyla bakıyor.
Günümüzdeki toplumlara bir bakın. Birbirinden kopuk, sevgisiz, güvensiz, ceplerinde silahlar olan insanlarla dolu. Aslında kafalarındaki mutsuzluğu kendikendilerine itiraf edemeyecek kadar ego tutsağı olan bu insanlar ne yazık ki, yeni yetişen nesli de zehirliyor. İlişkiler sürekli olarak kopuyor. İnsani değerlerin de yok olmasına neden oluyor.
Ne yazık ki böyle bir dünyada yaşıyoruz artık. Sevgiye,sevmeyi bilenlere ve sevgiyi dağıtabilenlere çok iş düşüyor. Yaşamı gerçek anlamda anlayabilmek,ona hakettiği değeri verebilmek,yaşamı incelemek bile ancak sevgiyle olabiliyor.
Yaşam denilince düalitenin şaşmaz yasası olan ölüm de hemen aklımıza geliyor.Belki de gerçekte unutulan tek şey bir gün mutlaka öleceğimiz. İnsanlara sanırım bunu tekrar anlatmalı.Hiç kimse sonsuza dek yaşayamaz. Ve ne yapılacaksa, ömür denilen o süre içinde yapılmak zorunda. Belki ölüm gerçeğiyle sevgi yeniden hayat bulabilir evrende. Bu gerçek iyice anlaşılırsa tabi.Yaşamı sevmek için bile ölümle barış yapmak zorundadır insan.Sonsuza dek kimse yaşayamayacağına göre de yaşamak denilen o sevgi dolu süreç yeniden gözden geçirilmelidir. Gerçekte ölüm bize: "ZAMANINIZI BOŞA HARCAMAYIN" der. Bize verilen tüm değerleri yaşamasını bilebilirsek ölüm saatinden korkmak diye bir şey olmaz.Unutulmaması gereken de geride bırakılacak olanların asla ve asla maddesel olmadığıdır. Doğru ve güzel olan da budur.
Yapmak zorunda olduğumuz en güç şey kendimiz olmaktır. Kim olduğumuzu, paylaşacak nelerimizin olduğunu bilmektir.lnsanlara neleri verebileceğimizin farkına vararak onları geliştirmek için çabalamalıyız.
Ne depremleri, ne fırtınaları, ne selleri ve ne de kazaları denetimimiz altına alamayız. Ama kendimizi denetleyebiliriz. İçsel denetimimizi kurabiliriz. Unutulmamalıdır ki mutsuzluk arkadaşlığı çok sever ve mutsuz kişiler sizlerin de mutsuz olmanızı isterler. Boyle ilişkilere izin vermek, mutsuzluğu da evrene salmak olur. Kendini keşfeden ınsan ise bütünlüğünü ve insan onurunu korur. Güçsüzlükleri ile barış içinde olur. Güçsüzlüklerine de kimseyi ortak olarak almaz. Onlarla kendi kendine yoğrulmayı seçer.
Aslında bilinmesi gereken en önemli şey kimsenin bize kötülük yapmadığıdır. Bizler sadece ve sadece kendimize kotülük yaparız. Evet,yalnız kendimize. Çünkü bağışlamayı bilmeyiz.Bağışlamayı bilmediğimiz için de kin ve nefret. duygularını hep taşırız. Bu duygu sağanağı içinde ise hep sevdiğimizi iddia ederiz. Çünkü bekleriz. Karşılıksız bir şey olmadığını savunur, karşılıksız sevmenin de mümkün olmayacağını kendi kendimize adeta zorla kabul ettiririz. Hiç, bir annenin çocuğum beni sevmiyor diye düşünerek onu sevmekten vazgeçtiğini duydunuz mu?Vermeyi ve karşılıksız sevmeyi,bağışlamayı yalnız ve yalnız anne sevgisinde görebiliyoruz. Aslında sevgisizlikten dolayı boynumuza taktığımız o ağır nefret,kin duygularını taşımaktansa neden sevgi kolyesini seçmediğimiz hep sorulur. Sorulur da söylemekle yapmak arasında büyük fark vardır. İnsanlığın en büyük handikaplarından biri de,öğrendiklerini ve bildiklerini hayata geçirememesidir.
Hep sevdiğimizi söyleriz.Sevgi görünümünü barındıran zorlamalar vardır yaşamımızda. Sevgiyi de şartlara bağlarız. "Eğer şunu yaparsan seni çok seveceğim"gibi. Sizlerle konuşurken aslında bir öz eleştiri de yapıyorum. Çünkü hepimizin verdiği sevgide,bildiğimiz sevgi ile verdiğimiz arasında dağlar kadar fark var.
Gerçek olan şu ki,bizi sınırlayan tek şey yine biz kendimiziz. İnsanın sınırsız güçleri vardır. Ve en büyük gücü de sevgidir. Çünkü bizler hür irade ve akıl sahibiyiz. Kendimizi yönlendirme ve değiştirme gücüne de sahibiz.
Karşımızdaki insana ve aynada kendimize bakarken görmeli ve ta gözlerin içine bakmalıyız. Ruhsuz bir bedenle değil,bir insanla birlikte olduğumuzu unutmamalıyız. Çünkü sevgiyle bakmak o güzel enerjinin karşıya, sonunda da bizzat içimize akmasını sağlar.
Kuşkusuz sevginin de riskleri vardır. Sevmek, karşılığında mutlaka sevilme anlamına gelmeyebilir. Ama şunu kendi kendimize söylersek o zaman beklentilerden de sıyrılırız:
"BEN KARŞILIĞINDA SEVİLMEK AMACIYLA SEVMEM." Leo Buscaglia
Duygularınızı açıklamanın da taşıdığı yığınla risk vardır. Öncelikle kişiliğiniz gözler önüne serilir. Ama hiç bir şeyi göze almadan yaşamanın da sonucu sevgisiz kalmaktır. Ve yaşam o zaman sönükleşir. Verecek hiç bir şeyi olmayanın alacak hiç bir şeyi de yoktur. Hiç bir şey almadan hiçbir şey de vermeyen insan işte "ot gibi " diye tanımladığımız insan tipidir.İnsan bir dramdır. Verir.Almayabilir de. Ama bu vermekten vazgeçmesi anlamını taşımaz.Bu kişi hiç bir olumsuzluktan kendisini koruyamaz. Çünkü risklere atılamayan insan korkaktır. Korkak insan ne öğrenebilir ne gelişebilir,ne duyumsayabilir ne de değişebilir. İşte bu tür tutsaktır. Evet sevmek ve vermek gerçek anlamda riskler de taşısa da,riske giremeyen insan insanca yaşayamaz,Çünkü bu tür riskleri taşıyamayan kişi özgür de değildir. Tüm negatif duyguların tutsağıdır.Bu tür insanların Leo Binsanların zihniyetleridir Galileoyu asmaya kalkan.Katı ilkelerin zincirlerine uscaglia'nın dediği gibi şansları da yoktur.
Sevmekle sever gibi görünmek insanın kendi kendisine ihanetidir. Çünkü varlığı bulmak, hoşgörülü olmak,yaşamın doğal akışına ayak uydurmak,her şeyle bütün olmanın bilincine varmak,huzur içinde yaşamak yalnızca sevgiyle yaşamakla olur.Bu büyük enerji kandırmacaları barındıramaz. İşte gerçek mutluluk anahtarı da bunun için SEVGİDİR.
SERAP DEMİRAĞ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)